27 Nisan 2014 Pazar

Içindekiler 04 - Yansımalar


Her şeyin içindeki sen'ler.
Sen olarak yansıyan şeyler.


Düşününce, aslında ilişki içinde olduğumuzu sandığımız şeylerle ilişkimiz, içerde anlamlandırdığımız kadar.
Herkes, her şeyi farklı yaşayıp anlamlandırıyor çünkü.

Içine doğduğu ortam, seni yetiştiren aile, o ailenin alışkanlıkları, içinde yaşadığı toplumun bireyler üzerindeki tortusu ve bunların ışığında verilen sayısız karar...
Kişinin binlerce farklı zincirleme karar ve bu kararları takip eden sonuçlarla gelebileceği yeri düşün. Sınırsız sayıda ihtimal.

Hepimiz, baktığımız şeyde anladığımız kadarını ya da anlamlandırmak istediğimiz kadarını görüyoruz. Çünkü herkesin referans çerçevesi, yaklaşımı, yoğurt yiyişi birbirinden değişik.

Herkes aynı resimde başka bir şey görüyor.
Sen mesela, sadece senin tarafından bakılabilecek bir şekilde bakıyorsun o resme.
Sadece senin tarafından o şekilde görülüp anlamlandırılıyor.
Sadece sen o anı o şekilde yaşıyorsun,

Hiçbirimizin fabrika ayarları aynı değil.
Hepimiz benzer yaradılışta olsak da algımız hep farklı.

Çürüyen bir sebzeye bakan insanlar koku ve pisliği düşünürken sen çürümenin yeni başlangıçlar olduğunu düşünüyorsun belki de. Herkes yıkılmaya yüz tutmuş olan bir binanın kalıntılarını görürken, binadan kalan taşların oluşturduğu yüzü sadece sen fark ediyorsun. Senin gördüğün, yaşadığın, deneyimlediğin şeyleri, kimse, ama hiç kimse senin gibi deneyimlemiyor....onların sende, senin onlarda, her şeyin sende bıraktığı tüm anlar benzersiz.

Sen, bugüne kadar aldığın trilyon kararla kimsenin yürümediği bir yolda yürüyorsun...ve algıladığın her şeyde bunun kanıtlarını görmek mümkün. 

Müziği düşün mesela...ne kadar iyi geldiğini...bazı şarkılardaki bazı bölümlerin seni nasıl yükselttiğini...başkaları başka yerlerini sevse, bazıları sevmese, bazıları hiç bilmese bile sana ne kadar güzel ve anlamlı geldiğini.
Çünkü aslında kimse senin algıladığın şekilde, senin anlamlandırdığın biçimde, senin sevdiğin gibi sevmiyor.

O gördüğün şey, onun sende yarattığı etki, senin o şey üzerindeki yansıman işte.
Mutluluğun o şeyi o şekilde görmekten, görebiliyor olmaktan geliyor aslında. 




Mesela 'garip'.


Içinde kendini kaybettiğin, ama anlamlı bir kayboluş yaşadığın şeyler.

Çok küçükken garip şeyleri pek anlamlandıramazdım.
Üzerinde durmak isterdim ama kafam binlerce şeye aç olduğu için garip'in üzerinde durmazdı pek.
Zamanla, şeyleri öğrendikçe bazı konuları (kendimce) anlamaya başladım ve tercihler oluştu.
Çünkü artık şeyleri birbiriyle karşılaştırılabilecek bilgiye sahiptim.
Tükettiğim şeylerin ne olduğunu anlamış ve kıyaslayabilecek kadar çok, farklı şeyi bilinçli bir şekilde tüketmiştim.
Televizyonda izlediğim şeyler artık benim için eğlenceli renkler değil, biraz daha anlamlı şeyler olmuşlardı.

Artık seçmeye başlamıştım...

Bazı şeyleri diğerlerinden daha az, bazılarını daha çok seviyordum...nedenini bilmiyordum ama öyleydi...tabii bir çok şey başkalarının ne sevdiği üzerinden değerleniyordu başlangıçta...hatta belki de ilk dönemde uyum sağlamak istediğim için daha çok da olabilir...ama bunlar zaman içinde kendi tercihlerime dönüşmeye başladı...sevdiğimi zannettiğim bazı şeyleri sevmediğimi anlamam da bu döneme denk geldi tabii. 

Sonrası arayıştı hep...

Zamanımı kendi sevdiğim şeyleri aramaya harcadım.

Bu şeylerin en büyük ortak noktası garip olmalarıydı bence.
Normal, gerçek şeylerden haz etmedim hiç bir zaman.
Gerçeklik bana hep gerçek dışı geldi,
ya da benim gerçekliğimin dışında olsun istedim.

O yüzden önce garip şeylere, sonra da gerçek şeylerin içindeki garipliklere döndüm.
Orada daha da garip şeyler gördüm....

Bir süre sonra görüşüm iyice değişti.
Artık otomatik olarak 'garip'e kilitlenebiliyordum.

Ayıptır söylemesi bir gün Tokyo’da bir parka gittim...sonra da acıkıp parktan çıktım.
Yürürken bir duvarın önünde yaklaşık 5 dakika durdum. Çok garip görünüyordu çünkü.
Sonra fotoğrafını çektim ve şöyle düşündüm, "Buraya geldigimden beri binlerce güzel şey görmüşken neden bunun fotoğrafını çekiyorum?" "Neden tapınaklar değil de bu kimsenin bakmayacağı duvar? Neden böyle şeyler?"

Baktığımda gördüğüm şey herhangi bir duvardan öte bir şey miydi ki?
Bu duvarda gördüğüm şeyi mi seviyordum? Yoksa sevdiğim şeyi mi duvarda görüyordum?
Duvarla aramdaki bu özel ilişkiyi nasıl anlamlandırmalıydım?
Sadece bu duvarda değil, her şeyin içindeki 'garip'lerde?
Zihnim gördüklerim arasında neden böyle şeyleri diğerlerine göre daha önemli buluyordu?
Baktığım şey duvar mıydı, ben miydim?

Bu garip biçimli duvar, ayın yüzeyindeki çığlık atan adam, üçüncü basamaktaki içinden çıkılamayan karo...hepsindeki anlam "benden" gelip "benden" kaynaklanıyordu.

E, o zaman bu baktığım şey, aslında bendim.
Kendime dair bir ipucu kadar küçük olsa da bana bakıyordum.

Hayatım boyunca ilgimi çeken tüm 'garip'ler şimdi çok güzel bir anlam kazanıyordu.

Bunca zamandır aslında hep kendime baktığımı fark ediyordum.
Baktığım her şeyin üzerinden yansıyordum başından beri...
Ve bunu alelade bir duvarın önünde salak gibi dururken anlıyordum.

Baktığım her şeyden yansıyordum.





19 Nisan 2014 Cumartesi

Yetenek üzerine 01

Yeteneğin abartılmış bir kavram olduğunu düşünüyorum.
Küçümsediğimden söylemiyorum ama yeteneğin bu derece elit bir kavram olması canımı sıkıyor. Sanki sadece bir gruba aitmiş gibi...
Tabii ki birileri diğerlerinden öne çıkabiliyor olabilir ama o şeyin yapılmasının özel bir yetenek gerektirdiği fikrine başkalarını zorlamak ağrıma giden.
Çünkü bu anlayış, açıkça 'bir şeyleri yapamazsın' demek.
"yapma, izin vermiyorum" gibi de değil, "hayatın boyunca, asla yapamayacaksın" gibi.
Halbuki her şey öğrenilebilir...ama yavaş ama hızlı.
Kişi zamanla öğrendiği şeyleri yorumlamaya başlar...sonra olaylar gelişir zaten.
Evet, bazen uzun zamanlar alır süreç ama öyle bile olsa sonunda bir yerlere gelinir.
Bu, her yolun açık olduğunun kanıtı değil midir?

Bireyler olarak küçük şeylerden büyük sonuçlar çıkarmamız gerekir her şeyin anlayışına ulaşmak için.
O yüzden bireysel anlamda bilimsel verilere değil, üzerinden yürüyebileceğimiz olasılıklara ihtiyaç duyarız. Somut dünyada karşılığı yoksa bile zihnimizin gerçekliğinin onu 'olabilir' kabul etmesi yeterlidir.
Bir milyon insanın datası yerine bir kişinin umudunu görmek yeter bazen.
Bir şeyin yapılabilir olduğunu bilmek o umuttur işte...
Her şeyin yapılabilir olduğunu görmek demektir bu.

Eğer kendimizi sadece bazı şeyleri yapabilir olarak düşünürsek şüphesiz ki sadece bazı şeyleri yapabiliriz. Ötesi bizim için tabularla, korkularla, endişelerle doludur.
Daha önce hiç yapmadığımız bir şeye yaklaştığımızda 'acaba yeteneğim var mı?' diye düşünürüz.
Yapabildiğimiz şeyler aşağı yukarı belli olduğu için onun büyük ihtimalle 'yapılamayacaklar'dan biri olduğunu düşünme eğilimimiz olur.
Ve 20 dakika sonra o şeyde bir Mozart olamayacağımızı anlayıp bırakırız o şeyi...

Halbuki şeyler daha fazla çaba isterler.
Öğrenme isteği, odak ve emek isterler bizden.
Bunu düzenle yapmamızı beklerler. Soğumamak, hep hatırda kalmak...
Ancak bunları yerine getirdiğimizde bizi daha yüksek bir bilinçle ödüllendirirler bizleri.
Sadece gereken zamanı ve çabayı verip, o şeyin yapılabilir olduğunu düşünmektir aslen ihtiyacımız olan.

2 Şubat 2014 Pazar

Içindekiler 03 - Kendini hırpalama sanatı

Bu, çok düşünen insanların uzmanlık geliştirdiği konulardan...

Çünkü 'evet yaa, her şey çok güzel' demiyor insan bi türlü...
Diyemiyor çoğu zaman...diyemediğini de fark edemiyor.
Küçük küçük bir sürü şey sırayla, koro halinde, öyle ya da böyle ele geçiriyor mikrofonu. Zihnimizde taraf tutmamız gerektiğinde kötü ihtimali düşünüyoruz biz de...

Bak şimdi, çocukken çok iyimsersin...
Hep iyi şeyler olacak zannederek yaşıyorsun uzunca bir süre.
Ama sonra hayal kırıklıkları yaşamaya başlıyorsun.
Yapamadığın şeyler, büyümen nedeniyle artık ailenin her şeye 'evet' dememesi travmatik
bir dönem başlatıyor olabilir....olmaya da bilir tabii.

Küçükken düşündüğüm, hayalini kurduğum şeyler tam hayal ettiğim gibi olmazdı hiç.
Hatta bir süre sonra olasılıkları düşünmemeye karar vermiştim.
Çünkü aklıma gelen, 'böyle olur herhalde' dediğim şeyler, gerçekleşme hakkını kaybediyordu...olmuyordu.

Velhasıl, bu ve benzeri birsürü şey yüzünden kendimizi 'olası kötü sonuca' alıştırmaya çalışıyoruz sonunda bir kez daha üzülmemek için.

Ne olursa olsun olumsuz bir koşullanma eğilimi içindeyiz.
Bu yüzden de bu ve benzeri yetersizlik sanrılarıyla kendimizi hırpalayabiliyoruz.
'Benim iş zaten olmaz' düşünceleri birleşip içerde tatsızlık yaratıyor yani.

Bundan haz almak da ayrı bir yanı olayın...
'Şu anda üzülmem gerekiyor' hissiyatı, diğer tüm 'şu anda şöyle yapmam gerekiyor'lar gibi tehlike. Tabii mesela yabancı bir kültürde yeni şeylerle tanışırken bu şekilde davranmak mantıklı,
Ama kendini bir üzüntü döngüsünde sürekli mutsuz tutmak yanlış.

Sen kendine gönüllü olarak acı çektiren bir kişisin diyebilir miyiz?
Belki....yer yer.
Kötü zamanlarda daha fazla.

Ama aslında membaına insek mutluluk, neşe arayan birisin de diyebiliriz...hatta öylesin.
Bu iki anlayış, aynı kafada nasıl var olabiliyorlar...bunu düşünmek lazım.

Bir de kendini cezalandırma kısmına gelmek lazım bi noktada.
Burada çok önemli ve üzerine çok düşünmediğimiz bir konu var.
Cezayı çekenin de verenin de aynı kişi olması.
Sen.

Tabii ki acı çekerken o acıyı hak ettiğini de düşünebilir insan.
Bir süre o durumda kalması gerektiğini.
Çünkü yaptığı şeyin bir cezası olduğunu düşünür bazen kişi...ama o cezanın ne kadar olması gerekir?
Ne kadar süre üzülmeli, kendini cezalandırmalıdır kişi?
Ve bunu nasıl bir şiddette yapmalıdır?
12 yaşında bir çocuğun dünyayı algıladığı şekilde üzülüyor olabiliriz hala....
Ve bu biraz fazla olabilir.

Ne kadar ceza çekmemiz gerektiğini, bu cezanın ne süreyle devam etmesi gerektiğini de düşünmüyoruz pek.
Cezanın ne zaman yeterli olduğuna uyanamıyoruz bir çok kez.
Bazen öyle oluyor ki, "ceza yetti artık" diyoruz ama kemikleşmiş bir alışkanlığa dönüşmüş oluyor, kurtulduk sanıp kurtulamıyoruz.
Ama ne olursa olsun, hak etmiyoruz bu kadar ağır bir muameleyi. (şimdi eminim kendi içinde bi yerlerde 'aslında ben hak ediyorum' diye düşünüyorsundur...)

Aslında kendimizi yıprattığımız tüm bu konular kendi kendine satranç oynayan birinin hamleleri gibi. Kendi açıklarını en iyi sen biliyorsun sonuçta...o yüzden kazanamayabilirsin çoğu zaman...
Ama kazanman gerekmiyor.
 Bu tarz bir düşüncenin anlamsız olduğunu fark ettiğinde içeriği önemsiz hale gelecek zaten senin için.

Ama bunlar zaman alacak...

O arada kendinle ilgili iyi hissetmelisin.

Kendinden şüphe etme.
En çok güvenmen gereken kişi sensin.

Hayatına girecek yeni şeyler için endişe değil, mutluluk duy.
Yaptığın şeylere hata bulmak için değil, içlerinde kendini yeniden keşfetmek için bak.
Söyleyeceğin şeyleri karşındaki nasıl anlar diye değil, sen öyle hissettiğin için söyle.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Şeyler, üzerlerine yapıştırılan anlamlar ve olasılıklar

Şeyin, bir şeyden çok daha fazlası oluşu; insanların, toplumların o şeylerin üzerine yapıştırılmış anlamlar nedeniyle son bulması, yok oluşu.

Şeyler, üzerlerine yüklenen anlamlarla yapı, şekil değiştirirler. Üzerlerine yapışan kavramlar o şeyleri aslında olmaları gerekenden daha hayati, daha asil, daha gerçekçi ya da daha üzücü yapabilirler.

Bu üst değerler, kavramlar, anlamlar yönetir hayatlarımızı...Bir sembol için yaşarken bir diğeri için ölebiliriz düşünmeden. Ve aslında ne için öldüğümüzü anlamayız bile.

Bu üst anlamlar yeniden yaratılabilir, yeniden şekillenebilir. Böylece yeni bir gerçeklik, yepyeni bir biçimde bir kez daha hayat bulabilir. Ta ki kendi katillerini yetiştirip günün birinde yeni bir gerçekliğe teslim oluncaya dek...

Günümüze kadar ulaşan fikirlerin, inançların, gerçekliklerin en büyük başarısı uğruna savaşacak insanlar yaratabilmesi olmuştur. Insanlar bu konuları kendi davaları haline getirdikleri için kavramlar yaşamayı sürdürmüştür inatla

Ancak ne var ki tüm değerler, üst anlamlar;
bahsi geçen anlamların içi boşalınca çöküşe geçer, zamanla da yok olurlar....


Şeyler, nasıl gerçek olur?                          

Bir ortak gerçekliğin, üst anlamın yaşamasının ön koşulu anlaşılır, kabul edilebilir oluşudur. Bunun da öncesinde bahsi geçen kavramlar, yeni şeyler 'olası' olmalıdır. Inandırıcı olmayan şeyler her zaman 'daha zor' gerçekleşirler. Sadece bir grubun ya da kişinin anlamlandırabildiği fikirler o kişilerle birlikte ölmeye mahkumdur. Tabii 'bilinmeyen' üzerine konuşuluyorsa bunlar bir sorun teşkil etmez. Bu alanda her şey olasıdır. Her şey gerçekleşebilir. Yeter ki o şeye, o yeni anlama, düşünceye, yaklaşıma inanacak insanlar; ve o insanları inandıracak, herkesin dilinden konuşan bir kanı önderi olsun.

Ama varolan gerçekliği bükmeye çalışıyorsanız, olası gerçekliklerin en yakınından girmek en mantıklısı olacaktır.