2 Şubat 2014 Pazar

Içindekiler 03 - Kendini hırpalama sanatı

Bu, çok düşünen insanların uzmanlık geliştirdiği konulardan...

Çünkü 'evet yaa, her şey çok güzel' demiyor insan bi türlü...
Diyemiyor çoğu zaman...diyemediğini de fark edemiyor.
Küçük küçük bir sürü şey sırayla, koro halinde, öyle ya da böyle ele geçiriyor mikrofonu. Zihnimizde taraf tutmamız gerektiğinde kötü ihtimali düşünüyoruz biz de...

Bak şimdi, çocukken çok iyimsersin...
Hep iyi şeyler olacak zannederek yaşıyorsun uzunca bir süre.
Ama sonra hayal kırıklıkları yaşamaya başlıyorsun.
Yapamadığın şeyler, büyümen nedeniyle artık ailenin her şeye 'evet' dememesi travmatik
bir dönem başlatıyor olabilir....olmaya da bilir tabii.

Küçükken düşündüğüm, hayalini kurduğum şeyler tam hayal ettiğim gibi olmazdı hiç.
Hatta bir süre sonra olasılıkları düşünmemeye karar vermiştim.
Çünkü aklıma gelen, 'böyle olur herhalde' dediğim şeyler, gerçekleşme hakkını kaybediyordu...olmuyordu.

Velhasıl, bu ve benzeri birsürü şey yüzünden kendimizi 'olası kötü sonuca' alıştırmaya çalışıyoruz sonunda bir kez daha üzülmemek için.

Ne olursa olsun olumsuz bir koşullanma eğilimi içindeyiz.
Bu yüzden de bu ve benzeri yetersizlik sanrılarıyla kendimizi hırpalayabiliyoruz.
'Benim iş zaten olmaz' düşünceleri birleşip içerde tatsızlık yaratıyor yani.

Bundan haz almak da ayrı bir yanı olayın...
'Şu anda üzülmem gerekiyor' hissiyatı, diğer tüm 'şu anda şöyle yapmam gerekiyor'lar gibi tehlike. Tabii mesela yabancı bir kültürde yeni şeylerle tanışırken bu şekilde davranmak mantıklı,
Ama kendini bir üzüntü döngüsünde sürekli mutsuz tutmak yanlış.

Sen kendine gönüllü olarak acı çektiren bir kişisin diyebilir miyiz?
Belki....yer yer.
Kötü zamanlarda daha fazla.

Ama aslında membaına insek mutluluk, neşe arayan birisin de diyebiliriz...hatta öylesin.
Bu iki anlayış, aynı kafada nasıl var olabiliyorlar...bunu düşünmek lazım.

Bir de kendini cezalandırma kısmına gelmek lazım bi noktada.
Burada çok önemli ve üzerine çok düşünmediğimiz bir konu var.
Cezayı çekenin de verenin de aynı kişi olması.
Sen.

Tabii ki acı çekerken o acıyı hak ettiğini de düşünebilir insan.
Bir süre o durumda kalması gerektiğini.
Çünkü yaptığı şeyin bir cezası olduğunu düşünür bazen kişi...ama o cezanın ne kadar olması gerekir?
Ne kadar süre üzülmeli, kendini cezalandırmalıdır kişi?
Ve bunu nasıl bir şiddette yapmalıdır?
12 yaşında bir çocuğun dünyayı algıladığı şekilde üzülüyor olabiliriz hala....
Ve bu biraz fazla olabilir.

Ne kadar ceza çekmemiz gerektiğini, bu cezanın ne süreyle devam etmesi gerektiğini de düşünmüyoruz pek.
Cezanın ne zaman yeterli olduğuna uyanamıyoruz bir çok kez.
Bazen öyle oluyor ki, "ceza yetti artık" diyoruz ama kemikleşmiş bir alışkanlığa dönüşmüş oluyor, kurtulduk sanıp kurtulamıyoruz.
Ama ne olursa olsun, hak etmiyoruz bu kadar ağır bir muameleyi. (şimdi eminim kendi içinde bi yerlerde 'aslında ben hak ediyorum' diye düşünüyorsundur...)

Aslında kendimizi yıprattığımız tüm bu konular kendi kendine satranç oynayan birinin hamleleri gibi. Kendi açıklarını en iyi sen biliyorsun sonuçta...o yüzden kazanamayabilirsin çoğu zaman...
Ama kazanman gerekmiyor.
 Bu tarz bir düşüncenin anlamsız olduğunu fark ettiğinde içeriği önemsiz hale gelecek zaten senin için.

Ama bunlar zaman alacak...

O arada kendinle ilgili iyi hissetmelisin.

Kendinden şüphe etme.
En çok güvenmen gereken kişi sensin.

Hayatına girecek yeni şeyler için endişe değil, mutluluk duy.
Yaptığın şeylere hata bulmak için değil, içlerinde kendini yeniden keşfetmek için bak.
Söyleyeceğin şeyleri karşındaki nasıl anlar diye değil, sen öyle hissettiğin için söyle.